Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 131
İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
while it may have some really strong rhetoric | birdenbire, hiç beklenmedik şekilde, | 13th-1 | 2016 | |
on why it supports crime reform now, suddenly, | suç reformunu destekleyen güçlü bir retorik sergilerken | 13th-1 | 2016 | |
uh, sort of out of the blue, | aslında bir yandan da | 13th-1 | 2016 | |
it actually has real financial interests. | maddi çıkarlarını korumayı sürdürüyor. | 13th-1 | 2016 | |
Thank you, ladies and gentlemen. | Sağ olun hanımlar ve beyler. | 13th-1 | 2016 | |
You may say you do, but you don't. | İstediğinizi söyleseniz de istemezsiniz. | 13th-1 | 2016 | |
And there are a bunch of people out there desperately trying to make sure | Hapishane nüfusunun bir kişi bile azalmaması için | 13th-1 | 2016 | |
that that prison population does not drop one person, | ellerinden geleni yapanlar var, | 13th-1 | 2016 | |
because their economic model needs that. | çünkü ekonomik modelleri buna ihtiyaç duyuyor. | 13th-1 | 2016 | |
Prison industrial complex refers to the system of mass incarceration | Hapishane endüstriyel kompleksi terimi, topluca hapsetme sistemi... | 13th-1 | 2016 | |
That includes both operators of private prisons, | Bu hem çok dikkat çeken | 13th-1 | 2016 | |
which get a lot of attention, as well as a vast sea of vendors. | özel hapishane işletmelerini hem de geniş bir hizmet sağlayıcı yelpazesini kapsıyor. | 13th-1 | 2016 | |
From SECURUS Technologies, that supplies telephone services, | Telefon hizmetleri sunan SECURUS Technologies | 13th-1 | 2016 | |
that made $114 million in profits last year... | geçen yıl 114 milyon dolar kâr elde etti. | 13th-1 | 2016 | |
Those calls to family and friends are costing a pretty penny in state prisons. | Hapishanelerde aileye ve arkadaşlara açılan telefonlar epey para tutuyor. | 13th-1 | 2016 | |
They inflate the price that they charge the inmate and the inmate's family. | Mahkûmlardan ve mahkûm ailelerinden alınan ücreti şişiriyorlar. | 13th-1 | 2016 | |
In more than one state, they have been accused | Birden fazla eyalette sundukları yemeğin içinden | 13th-1 | 2016 | |
of having maggots in the food that they've served. | kurt çıktığı için şikâyet aldılar. | 13th-1 | 2016 | |
Multimillion dollar contracts for this service. | Bu hizmetler için milyonluk sözleşmeler yapılıyor. | 13th-1 | 2016 | |
Huge incentives given to contractors for very long contracts, | Uzun vadeli sözleşmeler için muazzam teşvikler veriliyor. | 13th-1 | 2016 | |
so it's actually a disincentive to provide the service, | Hatta hizmeti vermenin bir getirisi yok, | 13th-1 | 2016 | |
because you're going to be paid anyway. | çünkü zaten paranızı alıyorsunuz. | 13th-1 | 2016 | |
is because it has become so heavily monetized. | yoğun biçimde parasallaştırılmış olmasıdır. | 13th-1 | 2016 | |
A little company called UNICOR, | UNICOR adındaki küçük bir şirket | 13th-1 | 2016 | |
that does $900 million in business annually. | yılda 900 milyon dolarlık iş yapıyor. | 13th-1 | 2016 | |
How do they do it? | Bunu nasıl yapıyorlar? | 13th-1 | 2016 | |
Also, prison labor. | Ayrıca tutuklu işgücü. | 13th-1 | 2016 | |
are a rapidly growing segment of a multibillion dollar industry in America. | Amerika'da milyarlarca dolarlık bir endüstrinin hızla büyüyen bir kesimi. | 13th-1 | 2016 | |
We talk about sweatshops and we, | Burada kötü çalışma koşullarından söz ediyoruz. | 13th-1 | 2016 | |
you know, we beat our fists at people overseas for exploiting poor, free labor, | Yurtdışında yoksuları ve özgür işgücünü sömürenlere kızıyoruz, | 13th-1 | 2016 | |
but we don't look that it's happening right here at home every day. | ama burada olup bitenlere bakmıyoruz. | 13th-1 | 2016 | |
You have corporations | Bu serbest işgücüne yatırım yapan | 13th-1 | 2016 | |
who are now invested in this free labor. | şirketler var artık. | 13th-1 | 2016 | |
It's all over. | Her yerdeler. | 13th-1 | 2016 | |
Federal inmates are making the guidance systems | Federal mahkûmlar, Patriot füzelerinin | 13th-1 | 2016 | |
for the Patriot missile system. | yönlendirme sistemlerini yapıyorlar. | 13th-1 | 2016 | |
JCPenney jeans are made in Tennessee. | JCPenney kotları Tennessee'de yapılıyor. | 13th-1 | 2016 | |
Victoria's Secret. | Victoria's Secret. | 13th-1 | 2016 | |
Anderson flooring wood products are made in Georgia. | Anderson ahşap zemin kaplama ürünleri Georgia'da yapılıyor. | 13th-1 | 2016 | |
It's always been Idaho potatoes. | Idaho patatesleri öteden beri meşhurdur. | 13th-1 | 2016 | |
They're planted, grown, harvested, packed and shipped by inmates. | Bunları eken, yetiştiren, hasat eden, paketleyip gönderenler mahkûmlar. | 13th-1 | 2016 | |
Victoria's Secret and JCPenney switched suppliers | Victoria's Secret ve JCPenney bağlantıları ifşa olunca | 13th-1 | 2016 | |
Prison industries have gotten so big | Hapishane endüstrileri o kadar büyüdü ki... | 13th-1 | 2016 | |
Too much money out there, | Ortada çok fazla para | 13th-1 | 2016 | |
too many lawmakers that support it because they're being lobbied. | ve lobiye maruz kalıp bunu destekleyen çok fazla kanun koyucu var. | 13th-1 | 2016 | |
So, the public's got to stand up and take it back. | Dolayısıyla halk buna karşı çıkıp geri almalı. | 13th-1 | 2016 | |
It'll never get done if they don't. | Onlar yapmazsa asla olmaz. | 13th-1 | 2016 | |
♪ And I can see it's all about cash ♪ | Gördüğüm kadarıyla her şey para | 13th-1 | 2016 | |
♪ And they got the nerve To hunt down my ass ♪ | Yüzsüzler düştüler peşime | 13th-1 | 2016 | |
♪ Yeah, it is what it is And that's how it go ♪ | Evet, durum bu Ve olan bu | 13th-1 | 2016 | |
♪ Get treated like a criminal If crime is all you know ♪ | Suçlu gibi davranırlar sana Bildiğin tek şey suçsa | 13th-1 | 2016 | |
♪ Get greeted like a nigga If a nigga's all you show ♪ | Zenci gibi selamlarlar seni Göstereceğin tek şey oysa | 13th-1 | 2016 | |
♪ A public enemy That's in the eye of the scope ♪ | Bir halk düşmanı Herkesin gözündeki yeri | 13th-1 | 2016 | |
The night of his arrest, | Tutuklandığı gece | 13th-1 | 2016 | |
Kalief Browder was walking home from a party with his friends in the Bronx, | Kalief Browder, Bronx'taki bir partiden evine yürüyordu. | 13th-1 | 2016 | |
when he was stopped by police. | Polis onu durdurdu. | 13th-1 | 2016 | |
Kalief was, um, charged with a crime, a really petty crime, | Kalief'e bir suç isnat edildi, gerçekten küçük bir suç. | 13th-1 | 2016 | |
that it turns out he didn't commit. | Sonradan o suçu işlemediği anlaşıldı. | 13th-1 | 2016 | |
Then they said, "We're gonna take you to the precinct, | "Seni karakola götüreceğiz" dediler. | 13th-1 | 2016 | |
and most likely, we'll let you go home." | "Sonra da eve yollarız herhâlde." | 13th-1 | 2016 | |
But then, I never went home. | Ama eve hiç gidemedim. | 13th-1 | 2016 | |
They told you that you could post bail. Yes, that's correct. | Kefalet verebileceğini söylediler. Evet, bu doğru. | 13th-1 | 2016 | |
$10,000. Yes. | 10.000 dolar. Evet. | 13th-1 | 2016 | |
And, of course... I couldn't make that. | Ve tabii... Bunu veremezdim. | 13th-1 | 2016 | |
that are sitting there for no other reason | sırf dışarı çıkacak paraları olmadığı için | 13th-1 | 2016 | |
than because they're too poor to get out! | hapis yatıyor! | 13th-1 | 2016 | |
We have a criminal justice system that treats you better | Ceza muhakemesi sistemimiz zengin ve suçlu olanlara, | 13th-1 | 2016 | |
if you're rich and guilty than if you're poor and innocent. | yoksul ve masum olanlardan daha iyi davranıyor. | 13th-1 | 2016 | |
Wealth, not culpability, shapes outcomes. | Sonucu belirleyen masumiyet değil, zenginlik oluyor. | 13th-1 | 2016 | |
I think what most Americans think of, | Amerikalıların çoğu | 13th-1 | 2016 | |
'cause they've watched so many courtroom dramas and things like that, | mahkeme dizilerini falan izledikleri için ceza muhakemesi sisteminin | 13th-1 | 2016 | |
they think that the criminal justice system is about judges and juries. | yargıçlardan ve jürilerden ibaret olduğunu sanıyor. | 13th-1 | 2016 | |
This system simply cannot exist if everyone decides to go to trial. | Herkes mahkemeye gitmeye karar verirse bu sistem var olamaz. | 13th-1 | 2016 | |
If everybody insisted on a trial, | Herkes mahkemede ısrarcı olursa | 13th-1 | 2016 | |
What typically happens is the prosecutor says, | Genellikle savcı şöyle der, | 13th-1 | 2016 | |
"You know, you can make a deal and we'll give you three years, | "Anlaşırsan sana üç yıl veririm, | 13th-1 | 2016 | |
So, you want to take that chance, feel free." | Seçim senin, keyfin bilir." | 13th-1 | 2016 | |
Nobody in the hood goes to trial. | Yoksul mahallelerde kimse mahkemeye çıkmaz. | 13th-1 | 2016 | |
97% of those people who were locked up | Hapisteki kişilerin %97'si | 13th-1 | 2016 | |
have plea bargain. | suçu kabul ederek indirim almıştır. | 13th-1 | 2016 | |
And that is one of the worst violations of human rights | Ve bu, Amerika Birleşik Devletleri'nde insan haklarının | 13th-1 | 2016 | |
that you can imagine in the United States. | en kötü biçimde ihlal edilmesidir. | 13th-1 | 2016 | |
We have, in this country, people pleading guilty | Bu ülkede işlemedikleri suçları | 13th-1 | 2016 | |
to crimes they didn't commit, | kabul eden insanlar var, | 13th-1 | 2016 | |
just because the thought of going to jail for what the mandatory minimums are | bunun nedeni de zorunlu asgari ceza alarak hapse girme düşüncesinin | 13th-1 | 2016 | |
So, you had to choose between being in prison for up to 15 years | On beş yıla kadar hapis cezasıyla, | 13th-1 | 2016 | |
and going home right then by admitting you did a crime you didn't do. | işlemediğin bir suçu itiraf edip eve gitmek arasında kalıyorsun. | 13th-1 | 2016 | |
I felt like I was done wrong. | Bana yanlış yapıldığını hissettim. | 13th-1 | 2016 | |
I felt like something needed to be done. I felt like something needs to be said. | Bu konuda bir şey yapılmalıydı. Bir şey söylenmeli. | 13th-1 | 2016 | |
If I just cop out and say that I did it, nothing's gonna be done about it. | Tırsar ve yaptım dersem bu konuda bir şey yapılmamış olacak. | 13th-1 | 2016 | |
What you're not taught is that if you exercise that right to a trial, | Size söylenmeyen şey, | 13th-1 | 2016 | |
The courts basically punished him | Mahkemeler onu cezalandırdı. | 13th-1 | 2016 | |
for having the audacity to not take a plea deal | Suçu kabul etmeyip mahkemeye gitme | 13th-1 | 2016 | |
and to want to take it to trial. | cüretini gösterdi diye. | 13th-1 | 2016 | |
that's when, um, the mental health issue started to deteriorate | akıl sağlığı bozuldu | 13th-1 | 2016 | |
and he started to get into fights. | ve kavgalara karışmaya başladı. | 13th-1 | 2016 | |
After a while, I kept hearing the same thing | Bir süre sonra üç yıldır aynı şeyi duyar olmuştum | 13th-1 | 2016 | |
and that was rough. I already knew... | zor oldu. Zaten biliyordum... | 13th-1 | 2016 | |
After a while, I just gave up hope. | Bir süre sonra ümidimi yitirdim. | 13th-1 | 2016 | |
You miss everything. Everything about being home. | Evin her şeyini özlüyorsun. | 13th-1 | 2016 |