Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 2884
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| And even that is not confirmed. | Ve doğrulanmadı bile. Doğrula o zaman. | Airlift-1 | 2016 | |
| Because we can't stay here for long, and that's confirmed | Çünkü burada fazla kalamayız ve bu doğrulandı. Bir şey daha Bay Kohli. | Airlift-1 | 2016 | |
| I'm sending 500 people on a ship from here. | Buradan gemiyle 500 kişi gönderiyorum. Lütfen onlara sahip çıkın. | Airlift-1 | 2016 | |
| I'll give you the details. | Sana detaylarını vereceğim. Lütfen orada bir şey yapmadan bekleme. | Airlift-1 | 2016 | |
| There are still 150,000 left here. | 150.000 kişi daha var. | Airlift-1 | 2016 | |
| Sir...how will we go with them... You go with Kurien | Onlarla nasıl gideceğiz, efendim? Kurien'le birlikte gidin. | Airlift-1 | 2016 | |
| Kurien, look after them. | Kurien, onlara dikkat et. Merak etmeyin. Gelin. | Airlift-1 | 2016 | |
| Ranjit. | Ranjit. Teşekkür ederim, dostum. İyi şanslar. | Airlift-1 | 2016 | |
| Look after everyone. | Herkese mukayyet ol. | Airlift-1 | 2016 | |
| Ranjit. What did you say? | Ranjit. Ne dedin sen? | Airlift-1 | 2016 | |
| First women and children and then old men. | Önce kadınlar ve çocuklar sonra da yaşlılar. Ama burada sadece zenginler var. | Airlift-1 | 2016 | |
| This is really, really unfair Mr. Katiyal. | Bu hiç adil değil, Bay Katiyal. Sırf paramız yok diye... | Airlift-1 | 2016 | |
| And all the people with you don't have money either. | Buradakilerin de parası yok. Benim var, ama ben gitmiyorum. | Airlift-1 | 2016 | |
| There's no point in getting jealous of those who are going. | Gidenleri kıskanmanın bir faydası olmaz. Onlar ödeme yaptılar. Peki ya biz? | Airlift-1 | 2016 | |
| Should we look out for ourselves? I didn't say that. | Biz kendi başımızın çaresine mi bakalım? Ben öyle bir şey demedim. Ben buradayım. | Airlift-1 | 2016 | |
| Joseph, take the bus. Yes, sir. | Joseph, otobüsü götür. Tamam, efendim. Bakın, Bay Ranjit... Hey! | Airlift-1 | 2016 | |
| Enough...in one moment | Yeter, sus artık. | Airlift-1 | 2016 | |
| I'll prove Amrita wrong... | Eski Ranjit'in dönmeyeceğini söyleyen Amrita'nın yanıldığını kanıtlarım... | Airlift-1 | 2016 | |
| I am doing whatever I can. | Ben elimden geleni yapıyorum. Daha fazlasını istemeyin. | Airlift-1 | 2016 | |
| Heads down. Heads down. | Eğilin, eğilin! Eğilin! | Airlift-1 | 2016 | |
| Give me. Yeah take. | Ver. Buyur. | Airlift-1 | 2016 | |
| Come on Simu. | Hadi, Simu. | Airlift-1 | 2016 | |
| Spicy Indian food and whiskey. | Hint baharatı ve viski. | Airlift-1 | 2016 | |
| I know you're a man of your words. | Ben seni sözünde duran biri olarak biliyorum. | Airlift-1 | 2016 | |
| Then...why are you cheating? | Peki neden bana kazık atıyorsun? | Airlift-1 | 2016 | |
| Cheating? | Kazık mı? Ben sana ben Emir'im demiştin. | Airlift-1 | 2016 | |
| Wouldn't I know that... | 500 Hintliyi göndermenin yasadışı olduğunu bilmiyor muydun? | Airlift-1 | 2016 | |
| They can still go... | Hala gidebilirler, dostum. Ama sadece Emir'e ödeme yap. | Airlift-1 | 2016 | |
| I've already have. | Zaten ödedim ya. 2 şişe viskiyle bunu mu ödedin? | Airlift-1 | 2016 | |
| I want 100,000 dollars. | 100.000 dolar istiyorum. Yanıldığımı söylemiştim. | Airlift-1 | 2016 | |
| You're not the Emir. | Sen Emir değilsin. | Airlift-1 | 2016 | |
| If you were the Emir... | Eğer gerçekten de Emir olsaydın, benim Bağdat'la anlaşma yaptığımı biliyor olurdun. | Airlift-1 | 2016 | |
| What deal? | Ne anlaşması? Dışişleri Bakanıyla konuş. | Airlift-1 | 2016 | |
| Everyone knows... if the US intervenes... | Herkesin bildiği gibi, Amerika izin vermediği sürece, Irak Kuveyt'te kalamaz. | Airlift-1 | 2016 | |
| But they will definitely have the riches looted from Iraq. | Ama Irak'tan pek çok zenginliğin kalmayacağı kesin. | Airlift-1 | 2016 | |
| All that money goes to the Swiss Bank. | Ve o paralar İsviçre Bankasına gidecek. | Airlift-1 | 2016 | |
| And your government has asked me to do this for them. | Ve senin hükümetin benden bunu yapmamı istedi. | Airlift-1 | 2016 | |
| Call Baghdad and let the bus go. | Bağdat'ı ara ve otobüslerin gitmesine izin ver. | Airlift-1 | 2016 | |
| Otherwise your President Mr Saddam Hussien will | Yoksa Başkan Saddam Hüseyin de seni Fawad gibi asar. | Airlift-1 | 2016 | |
| I want 100,000 dollars right now. | Hemen 100.000 dolar istiyorum. | Airlift-1 | 2016 | |
| May I please speek to Mr Tariq Aziz | Bay Tariq Aziz'le görüşebilir miyim? Ben Ranjit Katiyal. Bay Ranjit. | Airlift-1 | 2016 | |
| Please, stop. | Lütfen dur. Gerek yok. | Airlift-1 | 2016 | |
| Please, finish dinner. | Lütfen yemeğini bitir. Israr ediyorum, Binbaşı, lütfen. | Airlift-1 | 2016 | |
| Ranjit, you never told me about the deal. | Ranjit, bana o anlaşmadan söz etmemiştin. Anlaşma yoktu. | Airlift-1 | 2016 | |
| Did you... | Yani sen şimdi... Başka seçeneğim yoktu. | Airlift-1 | 2016 | |
| What if he cross checks? | Ya kontrol eden olursa? Hiç kimse Saddam'ı kontrol etme riskine girmez. | Airlift-1 | 2016 | |
| But that Major... | Ama o Binbaşı, mutlaka bir şeyler yapacaktır. | Airlift-1 | 2016 | |
| I was just thinking that | Bu yüzden de 500 kişinin yüzünden 150.000 kişinin hayatı riske gitmemesini umuyorum. | Airlift-1 | 2016 | |
| Hello. Mr. Katiyal, at this hour? | Alo? Bay Katiyal, bu saatte mi? | Airlift-1 | 2016 | |
| Mr. Kohli, I am leaving for Jordan in the morning... | Bay Kohli, sabahleyin herkesi alıp Ürdün’e gideceğim. Ürdün'e mi? Ne oldu? | Airlift-1 | 2016 | |
| I never trusted the Iraqi army. | Irak ordusuna güvenmiyorum. Durum daha da kötüye gidiyor. | Airlift-1 | 2016 | |
| But you can't go to Jordan just yet. | Ama henüz gidemezsiniz. Bak, onlarla pazarlık etmeye başladık. | Airlift-1 | 2016 | |
| ...and they haven't made a decision yet. | Ve henüz karar vermiş değiller. O halde hemen karar verin, Bay Kohli. | Airlift-1 | 2016 | |
| We don't have an option. | Başka seçeneğimiz yok. Oradan çıkmak birçok kişinin hayatını riske atmak olur. | Airlift-1 | 2016 | |
| Staying is Kuwait is even more dangerous. | Kuveyt’te kalmak daha da tehlikeli. Bana bir kaç gün ver. | Airlift-1 | 2016 | |
| I'm talking to the Civil Aviation ministry... | Sivil Havacılıkla konuşuyorum. Acele edin, Bay Kohli. | Airlift-1 | 2016 | |
| Get the Jordan border to open for us. | Hemen Ürdün sınırını açtır. Çünkü çıkıyoruz. İyi geceler. | Airlift-1 | 2016 | |
| Hello. | Alo. Acaba Amrit Pal ile konuşabilir miyim? | Airlift-1 | 2016 | |
| I know it's late, but it's very urgent. | Çok geç olduğunu biliyorum, ama acil. | Airlift-1 | 2016 | |
| This is Kuwait and this is Jordan. | Burası Kuveyt, burası da Ürdün. Buradan buraya uzaklık 1091 kilometre. | Airlift-1 | 2016 | |
| And for that I need all your help. | Ve bunun için yardımınıza ihtiyacımız var. Alabildiğin kadar adam al. | Airlift-1 | 2016 | |
| Ahmed. | Ahmed. | Airlift-1 | 2016 | |
| Why can't I come? Why don't you understand? | Neden gelemiyorum? Neden anlamıyorsun? Bunun bir sebebi var. | Airlift-1 | 2016 | |
| Mr. Poonawala, you get on that bus. | Bay Poonawala, sen otobüse bin. Sen babanla git, Meher. | Airlift-1 | 2016 | |
| Joseph, tell everyone... | Herkesin 3 4 grupluk araçlarla gitmesini söyle, Joseph. | Airlift-1 | 2016 | |
| And we all meet at Jahra border. Okay. | Jahra sınırında buluşacağımızı da. Tamam. Oradan da beraber gideriz. | Airlift-1 | 2016 | |
| Did you make sure some young men | Her araçta bir kaç genç olduğundan emin ol. Tamam, efendim. Tamam. | Airlift-1 | 2016 | |
| Where's Ibrahim. | İbrahim nerede? Bilmiyorum, efendim. Merak etme. | Airlift-1 | 2016 | |
| So now you're making a fuss instead of George. | Şimdi de George yerine sen mi tantana çıkaracaksın? | Airlift-1 | 2016 | |
| Sir, I won't go. | Ben gitmiyorum, efendim. Shazin olmadan olmaz. | Airlift-1 | 2016 | |
| It's not right for me to go. | Gitmek bana doğru gelmiyor. Ben burada kalıp onu bekleyeceğim. | Airlift-1 | 2016 | |
| If you want to find her then move ahead. | Eğer onu bulmak istiyorsan, o zaman harekete geç. | Airlift-1 | 2016 | |
| By staying here you're proving... | Burada beklemen, onu bulmakla ilgili umudun kalmadığını gösterir. | Airlift-1 | 2016 | |
| Try to look for her where all Indians are going. | Hintlilerin gidebileceği her yere bakmaya çalış. | Airlift-1 | 2016 | |
| Maybe... | Belki de olur. | Airlift-1 | 2016 | |
| Good thing we are going from here. | Çok şükür buradan gidiyoruz. Kim bilir orada neler olacak. | Airlift-1 | 2016 | |
| Whatever it is, it will be better than here. | Ne olursa olsun buradan daha iyi olacaktır. | Airlift-1 | 2016 | |
| What did she say? What? | Ne dedin sen? Ne? O seni destekliyor değil mi? | Airlift-1 | 2016 | |
| Sponsor... She's a Kuwaiti? | Destek mi? O Kuveytli mi? Sen ona çalışıyorsun değil mi? | Airlift-1 | 2016 | |
| No, sir... | Hayır efendim. Sen ne diye karışıyorsun? | Airlift-1 | 2016 | |
| He's the kid, not me. | Çocuk olan o, ben değil. Arapça mı konuşuyorsun? | Airlift-1 | 2016 | |
| You're a Kuwaiti, aren't you? | Sen Kuveytlisin değil mi? Sana söyledim... Sen beni aptal mı sanıyorsun? | Airlift-1 | 2016 | |
| George sir. | Bay George. Sen nereye gidiyorsun? | Airlift-1 | 2016 | |
| Why did you get off the bus now? | Neden otobüsten indin? Saddam'dan yazılı kağıt mı istiyorsun? | Airlift-1 | 2016 | |
| You weren't able to, but I found out. | Kabul etmeyebilirsin ama otobüste bir bomba var. Ne? | Airlift-1 | 2016 | |
| The woman travelling with Preethi, she's a Kuwaiti. | Preethi'nin yanındaki kadın Kuveytli. Biliyorum. Biliyor musun? | Airlift-1 | 2016 | |
| And yet you let her stay in the camp. | Ve o hala kampta mı? Bunu Irak ordusu öğrendiği gün, hepimizi parça parça eder. | Airlift-1 | 2016 | |
| They didn't find out, you're still alive, aren't you? | Ama öğrenmediler ve hala hayattasın, hadi! Şaka mı yapıyorsunuz, Bay Ranjit? | Airlift-1 | 2016 | |
| If the Iraqi army finds out... | Eğer Irak ordusu... | Airlift-1 | 2016 | |
| ...that we're taking a Kuwaiti in our bus... | ...otobüste Kuveytli birini götürdüğümüzü öğrenirse, hayatımız tehlikeye girer. | Airlift-1 | 2016 | |
| Leave a woman and a child behind to die... | Bir kadını ve çocuğu sırf Kuveytli diye ölüme mi terk edelim? | Airlift-1 | 2016 | |
| I can't do that, George. | Bunu yapamam, George. Yani? | Airlift-1 | 2016 | |
| That Kuwaiti life is imponant to you.. | Demek o Kuveytlinin hayatı önemli ve bizimki değil, öyle mi? | Airlift-1 | 2016 | |
| You have no right to do this. | Bunu yapmaya hakkın yok. Bu yanlış. | Airlift-1 | 2016 | |
| Ranjit. | Ranjit. | Airlift-1 | 2016 | |
| Ask her to come out. Sir. | Ona, inmesini söyle. Efendim. Ona, inmesini söyle. Nereye gidecek? | Airlift-1 | 2016 | |
| You come out first. | Önce sen kalk. Hadi, hadi. | Airlift-1 | 2016 | |
| Give me the kid. | Bana çocuğu ver. Efendim. Gel buraya. | Airlift-1 | 2016 | |
| Sir, please. Come. | Efendim, lütfen. Gel, gel. Efendim. Yürü, yürü. | Airlift-1 | 2016 | |
| Sir. Let's go. | Efendim. Yürü. | Airlift-1 | 2016 |