Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 4848
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| Twenty thousand dollars of money! | Yirmi bin dolar nakit! | Arthur-1 | 2011 | |
| Twenty thousand dollars is the bid. | Yeni teklif yirmi bin dolar. | Arthur-1 | 2011 | |
| Thank you, sir. Do I hear 30? Do I hear 30,000? | Teşekkür ederim efendim. Otuz mu duydum? Otuz bin mi var? | Arthur-1 | 2011 | |
| Thirty thousand dollars, please. | Otuz bin dolar lütfen. | Arthur-1 | 2011 | |
| Thirty thousand. | Otuz bin. | Arthur-1 | 2011 | |
| Thirty five thousand. | Otuz beş bin. | Arthur-1 | 2011 | |
| How dare you. It's a challenge you want, is it? | Buna nasıl cüret edersin! Rekabet mi istiyorsun? | Arthur-1 | 2011 | |
| Yeah, I want a challenge, plus I bid first. | Evet, rekabet istiyorum, ayrıca ilk ben teklif verdim. | Arthur-1 | 2011 | |
| That is irrelevant. The highest number has supremacy. | Saçma sapan konuşma. Önemli olan en yüksek rakamı vermek. | Arthur-1 | 2011 | |
| You've clearly never been to an auction. | Daha önce hiç açık arttırma görmemişsin galiba. | Arthur-1 | 2011 | |
| That's tit for tat. | Bu bir dişe diş mücadeledir. | Arthur-1 | 2011 | |
| That's exactly how the situation in the Middle East began. | Orta Doğu'daki olaylar da böyle başladı zaten. | Arthur-1 | 2011 | |
| You leave me no choice. | Bana başka seçenek bırakmadın. | Arthur-1 | 2011 | |
| One hundred thousand dollars and one penny... | Yüz bin dolar ve bir penny... | Arthur-1 | 2011 | |
| ...because you, sir, are a vile spendthrift. | ...çünkü siz beyefendi, iğrenç bir para babasından öte değilsiniz. | Arthur-1 | 2011 | |
| Well, that's the first sensible thing you've said all day. | Bütün gün ağzından çıkan tek doğru laf bu. | Arthur-1 | 2011 | |
| Sold to one of the Mr. Bachs for $100,000 and one penny. | Bay Bach'a yüz bin dolar ve bir penny karşılığında satılmıştır. | Arthur-1 | 2011 | |
| Thank you, sirs. Congratulations. | Teşekkür ederim efendim. Tebrikler. | Arthur-1 | 2011 | |
| Hey, come on, Hobson. | Haydi ama Hobson. | Arthur-1 | 2011 | |
| You know I've always coveted the cutlery of Czar Nicholas II. | Bilirsin, Çar Nicholas II'nin çatal bıçak takımına hep bir düşkünlüğüm vardır. | Arthur-1 | 2011 | |
| Me too. Oh. | Benim de. | Arthur-1 | 2011 | |
| Our last item up for bid today: | Bugünkü son parçamız... | Arthur-1 | 2011 | |
| The suit in which Abraham Lincoln delivered his second inaugural address. | ...Abraham Lincoln'ün ikinci açılış konuşmasını yaparken giydiği takım. | Arthur-1 | 2011 | |
| Let's start the bidding at 50,000. Do I hear 50,000? | Elli binden başlayalım. Elli bin veren var mı? | Arthur-1 | 2011 | |
| I'll take it. | Alıyorum. | Arthur-1 | 2011 | |
| And the teleportation device in which it stands. | İçinde durduğu ışınlama cihazını da istiyorum. | Arthur-1 | 2011 | |
| If you think this represents a victory over your mother's financial tyranny... | Bu hareketlerin, annenin finansal zulmüne karşı bir zafer olduğunu sanıyorsan... | Arthur-1 | 2011 | |
| ...you're deluded. Thanks for the spoon, Arthur. | ...çok yanılırsın. Kaşık için teşekkürler Arthur. | Arthur-1 | 2011 | |
| Anytime. Buy me a fork one day. Where's Bitterman with the car? | Her zaman. Bir gün de bir çatal alalım. Bitterman'la araba nerede? | Arthur-1 | 2011 | |
| He said he was gonna be by the big gray thing. | Şu büyük gri şeyin orada olacağını söylemişti. | Arthur-1 | 2011 | |
| Where? He said... | Neresi? Dedi ki... | Arthur-1 | 2011 | |
| ...the big gray sculpture thing with things on it. | ..."Sizi üstünde şeyler olan büyük gri heykelimsi şeyin orada beklerim." | Arthur-1 | 2011 | |
| It was like a riddle. He can be very vague. | Bilmece gibi bir şey. Bazen çok anlaşılmaz olabiliyor. | Arthur-1 | 2011 | |
| It's the blind leading the drunk. | Körle sağırın hikayesi. | Arthur-1 | 2011 | |
| Hobson, you find Bitterman while I wander off. | Hobson, ben etrafı gezerken sen de Bitterman'ı buluver. | Arthur-1 | 2011 | |
| What is this for? | Burası ne işe yarıyor? | Arthur-1 | 2011 | |
| NAOMl: This is actually not Grand Central Station, it's Grand Central Terminal. | Aslında burası Grand Central İstasyonu değil, Grand Central Terminalidir. | Arthur-1 | 2011 | |
| Sorry. No, no, I was static in a thoroughfare. | Affedersiniz. Hayır, hayır. Trafiğin içinde sabit duruyordum. | Arthur-1 | 2011 | |
| Uh, I'm lost. Do you know where I can get a drink, please? | Ben kayboldum da. Nerede bir şeyler içebilirim acaba? | Arthur-1 | 2011 | |
| This is really all I have. | Üstümde sadece bu kadar var. | Arthur-1 | 2011 | |
| Come on. Coins. | Haydi. Bozukluklar. | Arthur-1 | 2011 | |
| I played with these when I was a boy. NAOMl: Let's keep going. Time's a wasting. | Bunlarla çocukken oynardım. Devam edelim, zaman kaybetmeyelim. | Arthur-1 | 2011 | |
| Speaking of time... | Zamandan bahsetmişken... | Arthur-1 | 2011 | |
| ...the clock behind me is one of the most expensive clocks in the world. | ...arkamdaki saat dünyanın en değerli saatlerinden biridir. | Arthur-1 | 2011 | |
| NAOMl: Thousands of people pass through here every day... | Her gün buradan binlerce insan geçer... | Arthur-1 | 2011 | |
| ...and no one ever bothers to look up. | ...ama kimse kafasını kaldırıp yukarı bakmaz. | Arthur-1 | 2011 | |
| It's magical. It's the only place in Manhattan where you can see the stars. | Büyülü bir yerdir. Manhattan'da yıldızları görebileceğiniz tek yer burasıdır. | Arthur-1 | 2011 | |
| But it wasn't always that way... Oh, you again. | Ama eskiden böyle değilmiş. Yine sen. | Arthur-1 | 2011 | |
| If you look in the corner you can see one dirty brick... | Köşeye bakarsanız, tek bir eski tuğla görebilirsiniz... | Arthur-1 | 2011 | |
| ...and the whole ceiling used to be like that until it was renovated in 1998. | ...ve 1998'de restore edilene kadar tavan o tuğlalarla kaplıymış. | Arthur-1 | 2011 | |
| Wow, this is brilliant. If you like ceilings, I've got a beautiful one above my bed. | Bu harika. Tavanlara bu kadar meraklıysan yatağımın üstünde çok güzel bir tavan var. | Arthur-1 | 2011 | |
| That sounded cheeky. I didn't mean that. It lights up. | Biraz edepsiz oldu. Onu demek istemedim. Tavan aydınlanıyor. | Arthur-1 | 2011 | |
| Thanks for that. | Açıklama için teşekkürler. | Arthur-1 | 2011 | |
| If you direct your attention to the opposite corner, you'll see a... | Dikkatinizi diğer köşeye verirseniz... | Arthur-1 | 2011 | |
| ...police officer. Miss, I warned you about this. | ...memur beyi görebilirsiniz. Bayan, sizi daha önce de uyarmıştım. | Arthur-1 | 2011 | |
| You don't have a tour license and now you're impeding foot traffic. | Tur lisansınız yok ve şimdi de yaya trafiğini engelliyorsunuz. | Arthur-1 | 2011 | |
| Come on, up, up, everybody up. | Haydi, ayağa. Herkes kalksın. | Arthur-1 | 2011 | |
| Officer, which law prevents this radiant stranger... | Memur Bey, bu göz alıcı yabancının kainattaki büyüyü... | Arthur-1 | 2011 | |
| ...from finding the magical in the mundane? | ...bulmasını engelleyen bir kanun olabilir mi gerçekten? | Arthur-1 | 2011 | |
| MTA Code 1085.1, Section 5. Could you be more specific? | MTA Kanunu 1085.1, bölüm 5. Biraz daha açıklayıcı olabilir misiniz? | Arthur-1 | 2011 | |
| Hey. Hey! Oh, there's a chase. We're in a chase. | Hey! Hey! Oh, bir kovalamaca. Kovalamaca var! | Arthur-1 | 2011 | |
| Sir, grab my Lincoln stick. | Bayım, Lincoln asamı tutun. | Arthur-1 | 2011 | |
| Chase! | Kovalamaca! | Arthur-1 | 2011 | |
| My mind is racing. My heart is pounding. | Aklım uçuyor, kalbim yerinden fırlayacak. | Arthur-1 | 2011 | |
| This is my first chase, and I love it. | Bu benim ilk kovalamacam ve buna bayıldım. | Arthur-1 | 2011 | |
| Let me through, I'm a free spirit! West on 42nd. | Bırakın geçeyim. Ben özgür bir ruhum. Doğu 42. caddede. | Arthur-1 | 2011 | |
| This is what I live for! | Ben bunun için yaşıyorum! | Arthur-1 | 2011 | |
| We've got a runner. | Suçlu kaçıyor! | Arthur-1 | 2011 | |
| A chase is happening! This is a genuine chase! | Bu bir kovalamaca! Gerçek bir kovalamaca oluyor! | Arthur-1 | 2011 | |
| Oh! I'm... I... | Oh, ben... | Arthur-1 | 2011 | |
| No, no, no. I was gonna go get my license. | Hayır, hayır, hayır. Gidip lisansımı alacaktım. | Arthur-1 | 2011 | |
| You ran from me, Naomi. Now I gotta take you in. | Kaçtığın için Naomi, seni içeri almak zorundayım. | Arthur-1 | 2011 | |
| Besides, you've had three warnings for operating an illegal tour. | Zaten, üç kere yasa dışı tur düzenlediğin için uyarı aldın. | Arthur-1 | 2011 | |
| Except this isn't an illegal tour... | Yalnız, bu bir yasa dışı tur değil... | Arthur-1 | 2011 | |
| ...because these people aren't tourists, they're our family. | ...çünkü o insanlar turist değil, bizim ailemiz. | Arthur-1 | 2011 | |
| Yes. They are, they're my family. | Evet. Öyle, hepsi ailem. | Arthur-1 | 2011 | |
| That's my family. We're having a family reunion. | Onlar benim ailem. Aile olarak toplanmaya karar verdik. | Arthur-1 | 2011 | |
| Reunion. Uh, that, for example, is Uncle Stuart waving there. | Toplandık. Mesela, şuradaki el sallayan Stuart amca. | Arthur-1 | 2011 | |
| NAOMl: Yes. Oh, hey, Uncle Stuart. | Evet. Hey Stuart amca! | Arthur-1 | 2011 | |
| Under that sun hat, that's Caribbean Diane Keaton. | Şu güneş şapkalı olan Karayipli Diane Keaton. | Arthur-1 | 2011 | |
| Yes, exactly. And also we have... | Evet, o. Şuradaki de... | Arthur-1 | 2011 | |
| NAOMl: Uncle Korean John Lennon. | ...Koreli John Lennon amca. | Arthur-1 | 2011 | |
| And this is, uh, Abe Lincoln, I presume. | Bu da Abe Lincoln herhalde. | Arthur-1 | 2011 | |
| Oh, no. No. | Oh, hayır. Hayır. | Arthur-1 | 2011 | |
| He is my admittedly eccentric... Fiancé. I'm her fiancé. | O benim her halinden belli olan aykırı... Nişanlısı. Nişanlıyız biz. | Arthur-1 | 2011 | |
| He is my fiancé. | Evet, o benim nişanlım. | Arthur-1 | 2011 | |
| Darling, you don't want these people to think... | Hayatım, bu memur arkadaşların... | Arthur-1 | 2011 | |
| ...that you're some kind of random British pervert. | ...seni gelişi güzel bir İngiliz sapık sanmasını istemezsin, değil mi? | Arthur-1 | 2011 | |
| No, I'm a very specific British pervert, which is why you fell in love with me... | Hayır. Ben kim olduğu belli bir İngiliz sapığım, sen de o yüzden bana... | Arthur-1 | 2011 | |
| ...from our first date. Which was where, exactly? | ...ilk randevumuzda aşık oldun. Tam olarak o neredeydi? | Arthur-1 | 2011 | |
| Grand Central. | Grand Central'da. | Arthur-1 | 2011 | |
| You had your first date at Grand Central Station. | İlk randevunuz Grand Central'da mıydı? | Arthur-1 | 2011 | |
| It wasn't a shabby affair. I'd hired out the entire place. It was deserted. | Rezil bir durum yoktu. Tüm binayı kiralamıştım. Kimse yoktu. | Arthur-1 | 2011 | |
| Acrobats were in the place, put on quite a show for us. | Akrobatlar gelip bize güzel bir şov yapmıştı. | Arthur-1 | 2011 | |
| Didn't they, Naomi? No, no. | Değil mi Naomi? Hayır, hayır. | Arthur-1 | 2011 | |
| The floor was strewn with a million petals. | Yerler milyonlarca çiçek yaprağı ile kaplanmıştı. | Arthur-1 | 2011 | |
| Their scent hung in the air like the sweet breath of angels. | Kokular havada asılı kalmış ve bir meleğin nefesi gibi işemişti bize. | Arthur-1 | 2011 | |
| And we forgot ourselves entirely. Didn't we? | Sonra da kendimizi kaybetmiştik. Değil mi? | Arthur-1 | 2011 | |
| And ran nude through that concourse. | Sonra da o salonun ortasında çırılçıplak koşmaya başladık. | Arthur-1 | 2011 | |
| No, no, we just... We had clothes on and we ate. | Hayır, hayır. Biz sadece... Giyiniktik ve yemek yedik. | Arthur-1 | 2011 |