Search
English Turkish Sentence Translations Page 183762
English | Turkish | Film Name | Film Year | |
That's right. A round prison. | Evet. Yuvarlak bir hapishane. | Zift-1 | 2008 | |
There was this watchtower in the center | Tam ortasında bir gözetleme kulesi bulunuyor. | Zift-1 | 2008 | |
And cells all around it. No doors. You can't hide. | Etrafında da hücreler var. Hiç kapı yok. Saklanamazsın. | Zift-1 | 2008 | |
The wardens see everything. | Gardiyanlar her şeyi görüyor. | Zift-1 | 2008 | |
Pan opticon. | Panoptikon. | Zift-1 | 2008 | |
The eye that sees all. | Göz her şeyi görür. | Zift-1 | 2008 | |
The eye is the fastest thing, Moth. | Göz en hızlı şeydir, Güve. | Zift-1 | 2008 | |
Once you cast a glance, | Bir kez baktın mı... | Zift-1 | 2008 | |
it travels with the speed of light. | ...ışık hızında hareket eder. | Zift-1 | 2008 | |
To hide from it, | Ondan saklanabilmek için... | Zift-1 | 2008 | |
you have to exceed that speed, | ...daha hızlı hareket etmelisin. | Zift-1 | 2008 | |
which is impossible by nature. | Bu da imkansızdır. | Zift-1 | 2008 | |
There I understood the most important thing. | Oradayken en önemli şeyi anladım. | Zift-1 | 2008 | |
On the way out of the panopticon, a sign meets you: | Panoptikonun çıkışında bir yazı vardır. | Zift-1 | 2008 | |
""Abandon all hope, ye who enter here."' | "Buraya gelen kişi, bütün umutlarından vazgeçsin." | Zift-1 | 2008 | |
Ha. You get out of the can to enter life's hell. | Evet. Hapisten, hayatın cehennemine girmek için çıkıyorsun. | Zift-1 | 2008 | |
Yes, Moth. Hope is a bird that flies only inside the cage. | Evet, Güve. Umut sadece kafesin içinde uçabilen bir kuştur. | Zift-1 | 2008 | |
If you let it free, it dies. There's no hope outside. | Serbest bırakırsan ölür. Dışarıda hiç umut yoktur. | Zift-1 | 2008 | |
There's no hope if you don't have a plan. | Planın olmadığı zaman hiç umut yoktur. | Zift-1 | 2008 | |
You have one?. Yes. | Senin var mı? Evet. | Zift-1 | 2008 | |
What is it? To take off for the tropics. | Neymiş? Tropikal bölgelere gitmek. | Zift-1 | 2008 | |
When you take off for the tropics, | Oraya gittiğinde... | Zift-1 | 2008 | |
know that corals are fragile creatures. | ...mercanların hassas varlıklar olduğunu aklından çıkarma. | Zift-1 | 2008 | |
They die when the filthy human hand touches them. | Pis bir insan eli onlara dokunduğunda ölürler. | Zift-1 | 2008 | |
I need peace. | Huzura ihtiyacım var. | Zift-1 | 2008 | |
To find peace, Moth, you have to cut off your ties with the world. | Huzuru bulmak için, dünyayla bağlarını koparman gerek, Güve. | Zift-1 | 2008 | |
Especially with women. | Özellikle kadınlarla. | Zift-1 | 2008 | |
Especially with the Woman. | Özellikle de aşkla. | Zift-1 | 2008 | |
Know that: man is a living coral, | Şunu aklından çıkarma; erkek, bir kadın tarafından... | Zift-1 | 2008 | |
until he's touched by the Woman. | ...dokunulana kadar yaşayan bir mercandır. | Zift-1 | 2008 | |
When the Woman touches him, hell touches him. | Kadın ona dokununca, Cehennem dokunmuş olur. | Zift-1 | 2008 | |
Hell has already touched me. | Cehennem bana çoktan dokundu. | Zift-1 | 2008 | |
In Hell or Paradise, the Woman is a rolling dice. | Cennet'te ya da Cehennem'de fark etmez, kadın yuvarlanan zarlar gibidir. | Zift-1 | 2008 | |
I fell in love with Ada when I was 18. | 18 yaşındayken Ada'ya aşık olmuştum. | Zift-1 | 2008 | |
A tight fitting, brilliantly black school uniform, | Üzerine sıkıca oturan parlak siyah bir üniforması... | Zift-1 | 2008 | |
the aroma of raw milk, mesmerizing eyes, | ...ve çiğ süt renginde büyüleyici gözleri vardı. | Zift-1 | 2008 | |
pupils of jet, and eyebrows of pure asphalt. | Göz bebekleri adeta dışarıya fırlamış ve kaşları keman gibiydi. | Zift-1 | 2008 | |
The crotch invitingly loose, her flesh seeking touch. | Bacakları davetkar bir şekilde açıktı. Vücudu ise adeta "dokun bana" diyordu. | Zift-1 | 2008 | |
Her thighs parted shyly, and I peeped in. | Apış arasını yavaşça açtı, ve ben de dikizledim. | Zift-1 | 2008 | |
Her eyes lingered on me, blazing bonfires. | Işıl ışıl parlayan gözleriyle bana bakıyordu. | Zift-1 | 2008 | |
Her voice was soft and silky like plum jam, | Sesi o kadar tatlı ve ipeksiydi ki, insanı büyülüyordu. | Zift-1 | 2008 | |
she pulled a hidden trigger inside me. | Beni kendimden geçirmişti. | Zift-1 | 2008 | |
I unloaded, as if releasing a jammed torpedo. | Sıkışmış bir torpidoyu serbest bırakır gibi boşaldım. | Zift-1 | 2008 | |
So began our romance. | İlişkimiz böyle başladı. | Zift-1 | 2008 | |
Moth, have you heard of the lie detector?. | Yalan dedektörünü duydun mu, Güve? | Zift-1 | 2008 | |
When they wire you up during interrogation?. | Sorgulama sırasında bağlanan aleti mi diyorsun? | Zift-1 | 2008 | |
They wire you to a dynamo. | Seni bir dinamoya bağlıyorlar. | Zift-1 | 2008 | |
If you lie, you get an electric shock. | Yalan söylersen elektrik çarpıyor. | Zift-1 | 2008 | |
Lies turn the dynamo and generate electricity. | Yalanlar dinamoyu çalıştırıyor ve o da elektrik üretiyor. | Zift-1 | 2008 | |
The inventor of that wire | Bu düzeneği icat eden kişi,... | Zift-1 | 2008 | |
used to draw a comic series about a female, | ...erkeklerin sırlarını öğrenip onları kölesi haline getiren... | Zift-1 | 2008 | |
who enslaved men by lassoing their secrets. | ...bir kadın hakkında çizgi roman yazıyormuş. | Zift-1 | 2008 | |
So, the comic book guy | İşte bu çizgi roman yazarı,... | Zift-1 | 2008 | |
gave a scientific twist to the idea of the female lasso | ...sırları öğrenen kadına bilimsel açıdan yaklaşmış... | Zift-1 | 2008 | |
and came up with the lie detector. | ...ve yalan dedektörünü bulmuş. | Zift-1 | 2008 | |
Slug. | Slug. | Zift-1 | 2008 | |
The diamond, Moth. | Elması istiyorum, Güve. | Zift-1 | 2008 | |
My dick, Slug. | Sikimi yala, Slug. | Zift-1 | 2008 | |
Stand still!. | Dik dur! | Zift-1 | 2008 | |
Where did you hide it, boy?. | Nereye sakladın evlat? | Zift-1 | 2008 | |
Sir, yes, sir. | Evet efendim. | Zift-1 | 2008 | |
You found it. | Onu sen buldun. | Zift-1 | 2008 | |
You found it, you piece of shit. | Onu sen buldun, piç kurusu. | Zift-1 | 2008 | |
Yes. I shoved it up my ass. | Evet. Kıçıma soktum. | Zift-1 | 2008 | |
Go ahead. Search me. | Hadi durma, ara. | Zift-1 | 2008 | |
Stick it inside. | Sok hadi. | Zift-1 | 2008 | |
We'll fix your memory circuit. | Hafızanı biraz tazeleyelim. | Zift-1 | 2008 | |
I bought a praying mantis in a jar from a woman at the flea market. | Bit pazarındaki bir kadından kavanoz içerisinde bir peygamber devesi almıştım. | Zift-1 | 2008 | |
I wanted to buy a pair, so they can keep each other company, | Birbirlerine arkadaşlık etsinler diye, çift olarak almak istedim. | Zift-1 | 2008 | |
but the woman warned me that some day one of them would devour the other. | Ama kadın, günün birinde, eşlerden birinin diğerini öldüreceği konusunda beni uyardı. | Zift-1 | 2008 | |
So I dropped the idea. | Bu yüzden fikrimden vazgeçtim. | Zift-1 | 2008 | |
On my strolls by the Canal, I'd bring the mantis with me. | Dere kenarındaki yürüyüşlerime böceğimi de getirdim. | Zift-1 | 2008 | |
I'd take her out of the jar and let her graze, | Otlaması ve özgürlüğü tekrar hissedebilmesi için... | Zift-1 | 2008 | |
and regain her sense of freedom... | ...onu kavanozdan çıkartırdım. | Zift-1 | 2008 | |
I gave the mantis to Ada | Ona olan aşkımı göstermek için... | Zift-1 | 2008 | |
as a proof that I was crazy about her. | ...böceğimi Ada'ya verdim. | Zift-1 | 2008 | |
She fell in love with the insect. | Çok hoşuna gitti. | Zift-1 | 2008 | |
Moth and Mantis that's how we came to be known | Yerel çeteler arasında, Güve ve Peygamber Devesi... | Zift-1 | 2008 | |
among the local gangs. | ...diye anılmaya başladık. | Zift-1 | 2008 | |
I was good at boxing and won fame in the neighborhood. | Boksta oldukça iyiydim ve mahalle de isim yapmaya başladım. | Zift-1 | 2008 | |
Ada liked to watch me fight, | Ada, beni dövüşürken izlemeye bayılıyordu. | Zift-1 | 2008 | |
so we could make love like animals afterwards. | Ardından hayvanlar gibi sevişiyorduk. | Zift-1 | 2008 | |
Fighting turns women on. | Dövüşmek kadınları tahrik eder. | Zift-1 | 2008 | |
For a while we fooled around in alleyways, | Bir süre sokaklarda, hurda ve pisliklerin... | Zift-1 | 2008 | |
among refuse and excrement. We wanted to get married, | ...arasında takıldık. Evlenip bir ev sahibi olmak... | Zift-1 | 2008 | |
get our own place and love each other forever, | ...ve sonsuza kadar birlikte olmak istiyorduk. | Zift-1 | 2008 | |
but we needed money. She wanted to be a singer, | Ama paraya ihtiyacımız vardı. O şarkıcı olmak istiyordu. | Zift-1 | 2008 | |
but dropped out of school and needed to find a job. | Fakat okuldan atıldı ve iş bulması gerekti. | Zift-1 | 2008 | |
I dreamed about making it big in boxing | Hayalimde, boksta ilerlemek... | Zift-1 | 2008 | |
and writing an autobiography, in a foreign tongue. | ...ve yabancı bir dilde otobiyografi yazmak vardı. | Zift-1 | 2008 | |
We got tattooed by a barber, an old anarchist and a former jailbird. | Eski bir suçlu ve hapishane kuşu olan berbere dövme yaptırdık. | Zift-1 | 2008 | |
I asked for a large moth on my shoulder, | Ben omzuma büyük bir güve,... | Zift-1 | 2008 | |
she wanted a mantis below her bellybutton. | ...o da göbek deliğinin altına peygamber devesi istedi. | Zift-1 | 2008 | |
After that Ada decided to set the insect free. | Ada, böceği serbest bırakmaya karar verdi. | Zift-1 | 2008 | |
I ripened on the spot. | O an her şey anlam kazandı. | Zift-1 | 2008 | |
We decided to rent an apartment. | Bir daire tutmaya karar verdik. | Zift-1 | 2008 | |
We needed cash, so I took a day job in a factory. | Paraya ihtiyacımız vardı. Bu yüzden bir fabrikada işe girdim. | Zift-1 | 2008 | |
but for Ada, we had to see the Slug, a local con artist. | Ama Ada, dolandırıcı olan Slug'u görmemiz gerektiğini düşünüyordu. | Zift-1 | 2008 | |
He found odd jobs. | Bize değişik işler buldu. | Zift-1 | 2008 | |
He sent Ada off to be a maid to a jeweler. | Ada'yı bir kuyumcunun yanında işe soktu. | Zift-1 | 2008 |